Sanırım benim için yaz mevsiminin temsili lezzeti, içi de dışı da kırmızı ve domates gibi kokan domatesler. Karpuz da ikinci sırada. Kardeşimle bayram tatilinde bir sabah, etli ve pek lezzetli bir domatesin yarısını rendeleyip yarısını küp doğradık, yazlığın bahçesinden 4-5 yaprak reyhan topladık ve ince ince kestik, 1 diş iri sarımsağı tuzla ezip püre haline getirdik ve hepsini bir kapta karıştırıp sızma zeytinyağıyla harmanladık. Kızarmış ekmeklerimizin üstüne boca edip nefis bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı sırasında da İtalya’ya özgü tariflerin aslında ne kadar basit ve doyurucu olduğunu konuştuk. Doyurucu sıfatının burada birkaç anlamı var: Mideyi ve gözü doyururken lezzet beklentilerini de tatmin eden, anlamında.
Epeydir biliyorum, büyük otellerin birkaç şeritli yemek büfeleri veya menüsü 2 sayfayı aşan restoranlar, benim için karar verme eylemine fazla yük bindiriyor. Sanırım bir mutfakta her türden yemeğin çok iyi yapılabileceğine inanmıyorum. Oysa son 10-15 yıldır şehir kafesi menülerinde adeta olmazsa olmaz bir sıralama var: Atıştırmalıklar, çorbalar, salatalar, hamburgerler, pizza ve makarnalar, etler, tatlılar. Yakın zamanda bunlara bir de vejetaryen-vegan kategorisi eklendi. Sonuç, bana sorarsanız çoğu yerde vasatlık. Ama farkına varmadan yiyoruz, çünkü sunum güzel veya ortam hoş veya yanımızda sevdiklerimiz var.
Elbette yemek yediğimiz mekanlardan her konuda mükemmeliyet beklemek, yorucu ve gerçek dışı olurdu. Ama her malzemenin hem kendi lezzetini verdiği hem de diğer birkaç malzemeyle uyum içinde kaybolabildiği öğünlerin basitliğinde, zihni yormadan yemek yemenin şimdi’sine davet eden, ve üstelik sürprizli bir şeyler var. Yaz güneşini içine çekmiş bir domateste Akdeniz’i bulmak, ekşi mayalı kızarmış ekmeğin kıtırına vurulmak, bir dilim ezine peyniriyle kendini evinde hissetmek veya buz gibi soğuk bir dilim karpuzla çocukluğumuza dönmek gibi…
Ege