Beklentisizlik Üzerine


‘Başkalarına en çok ne yaparak iyi geliyoruz’ sorusu etrafında dönen bir sohbette, 20 yaşındaki tıp öğrencisi Mert hepimize çok önemli bir şeyi hatırlattı dün: Evet, sevdiklerimizi dinlemek, isterlerse onlara fikirlerimizi söylemek ve akıl vermek iyi gelebilir. Ama en önemlisi bütün bunların karşılığında hiçbir şey beklememek.

‘Ben söylemiştim’ diye başlayan şikayet monologlarının baş köşesinde beklentilerimiz oturuyor oysa. Karşımızdakinden mutlaka daha yukarda, hükmetmeye kurulmuş bir tahttan bakıyor etrafa. Haklı ve öfkeli. Söylemiştik ve dinlenmedik. Şimdi ise sevdiğimiz bir insan (asla kendi yaptığı bir seçimin değil) bizi dinlememenin acısını çekiyor. Sevdiklerimizin acı çekip çekmemesinden bizzat sorumlu olduğumuz fikrine nerden kapıldık acaba? Sanki kendimizde adına deneyim, olgunluk veya karakter dediğimiz ne varsa irili ufaklı yanılgıların, yanlışların ve acıların eseri değilmiş gibi.

Madalyonun bir yüzü en doğru yolu bildiğimize bütün kalbimizle inanmaksa öteki yüzü de sevdiklerimize yardım etmenin önemine inandırılarak büyümüş olmamız. Oysa yardım, karşı taraftan talep edilmediği sürece sadece bizim zihnimizde var olan bir kavram. İstenmeden ortaya sürüverdiğimizde, aynı zamanda bir beklenti. Verdiysek mutlaka alınmalı, kullanılmalı, değerli bulunmalı. Niye ki?

Kendi hakkında bile en çok başkalarının söylediklerine değer veren onlarca nesilden sonra, en çok kendine değer veren, en çok kendini dinleyen bir neslin ayak sesleri duyulmaya başladı bence. Onlar kimseyi üzerinde hak iddia edecek kadar sevmiyor. Varsın büyükler buna bencillik, kalpsizlik, kadir kıymet bilmezlik desin. Büyüklerin asıl korkusu kendilerine muhtaç veya bağımlı olmayan, sevgi dilenmeyen, başı okşansın diye kendisi olmaktan vazgeçmeyen çocuklara sahip olmak olmasın sakın? Belki bu da günümüz anne-babalarının beklentisizlik hakkındaki en büyük dersidir hayattan.

Ege

Comments are closed.