Hayaller ve Sahneler


Hayal kurmanın yaşamı anlamlandırdığına inananlardanım. Son günlerde ise bu konunun süreç ve amaçları üzerine çokça düşünüyorum. Acaba hayallerimizin hangi kısmı bizi gerçekten heyecanlandırıyor?

Diyelim ki, bir kitap yazmayı düşlüyorsunuz. Bunun tam olarak hangi kısmının hayalini kurarken buluyorsunuz kendinizi? Kitabınız raflarda 1 numara, binlerce baskısı yapılıyor, basın, okurlar, kitabınızdan övgüyle bahsediyor gibi bir manzara mı bu? Yoksa kendinizi gece gündüz yazarken, fikirlerinizi aktarırken mi hayal ediyorsunuz? Zihninizde canlandırdıklarınız ilk sahneyse şayet, siz aslında sonucun düşlerini kuruyorsunuz. Kötü bir haberim var, işler böyle yürümüyor. Kitap örneğinden gidersek onun ne kadar satacağı, hakkında ne yazılacağı sizin konunuz değil. Yapmanız gereken tek şey yürekten bağlı olarak yola çıkmak, onu önceliğinize alarak verimli zamanlarınızı harcamak. Eğer fikirlerinizi etkili ifadelerle aktarmaya çabalamak sizi heyecanlandırmak yerine üzerinize bir yük bindiriyorsa belki de bu hayali kurmaktan vazgeçmek gerekiyordur.

Bir şeyi inanarak istediğimiz için, onu yapmazsak adeta rahat uyuyamayacağımız için gerçekleştirdiğimizde zaten tatmini kendi içimizde yaşamış olduğumuzdan, mutluluğumuzu dış dünyadan gelecek tepkilere bağlamamış oluruz. Ancak yola yalnızca takdir edilme arzusuyla çıktığımızda hayalkırıklığı yaşamamız kuvvetle muhtemeldir. Bırakalım olumlu geri dönüşler o işin hediyesi olsun.

Konu burada hayatımızın belki de en önemli sorusu “neden”in cevabını bulmaya geliyor, ki Ege geçenlerde bir sohbetimizde bundan bahsediyordu. Devamı ondan gelsin, derim.

Begüm

Comments are closed.