Kimi zaman düşünmeden hızlıca verdiğimiz bir cevabın arkasında da o var, günlerce kafa patlattığımız soruların arkasında da. Kararlardan bahsediyorum. O büyük ikilemler söz konusu olduğunda aklımızı kullanıp her şeyi etraflıca hesaplamak istiyoruz. Şartları, getirileri, götürüleri, “ayıp olur”ları, “herkes ne der”leri ve daha kimbilir neleri. Kimi zaman bir şey baskın çıkıyor, örneğin birine ayıp olur endişesiyle diğer birçok şeyi göz ardı ediyoruz. İstisnasız her durumda haklı çıkan karnımıza rağmen. Evet, ben “karın” olarak nitelendiriyorum. Siz içgüdü deyin, sezgi deyin, altıncı his deyin. Aslında her durumda o ses doğru çıkıyor, bazen bir düğümle size kendi “hayır”ını hissettirmeye çalışıyor, bazense kendi içinde kelebekler uçurarak coşkulu bir “evet”i.
Nörolojik bilim kalbimizin ve bağırsağımızın da kendine ait bir beyni olduğunu ve bir şey doğru değilse onu hisler ve önseziler gibi mesajlarla iletebildiğine inanıyor. Beyninizin sağ tarafı ne kadar kuvvetli çalışırsa içgüdülerinizin size kendi sesini duyurması da o kadar kolaylaşıyor.
Biz bazen o sese kulak veriyor, bazense duymamak için adeta çabalıyoruz. E ne de olsa aklımız var, önümüze serdiğimiz hesaplar, kitaplar var. Peki ne farkımız kaldı bilgisayarlardan? Her şey akılcı olmak zorunda değil, zira biz yalnızca aklımızdan ibaret değiliz. “İçimden bir ses” tanımı yeterince kuvvetli bir argüman. Bir karar aşamasına geldiğinizde önce yalnız kalmayı deneyin. Kendinize, o sese kulak verme hakkını tanıyın. Evet açıklayamayacaksınız belki. O artılar, eksiler, tablolar olmayacak ama adınız gibi bileceksiniz. Hiçbir şeyi komplike hale getirmeyin. Sessizce durun ve içinizi dinleyin.
Siz siz olun, son kararı karnınıza bırakın.
Begüm