Ege de ben de çocuksuz insanlar olduğumuz için, bu konularda konuşmak “ahkam kesme” riski taşıdığından genelde pek oralara girmeyiz. Ancak defalarca tanık olduğum “çocuğa durmaksızın hediye alma” meselesi hakkında izin verirseniz birkaç şey söylemek istiyorum. Zira zamanında ben de bir çocuktum!
Geçmişimi düşündüğümde yüzümde gülümseme bırakan hediyelerim yok değil. Barbie evim, yürüyüp konuşan bebeğim, çarkları görünen saatim, mor Converse’lerim. Gelin görün ki, belki de alınan onlarca şey arasından bir çırpıda sayabildiklerim, bir elin beş parmağını geçmiyor. Çünkü çocukluğumu düşündüğümde, satın alınan eşyalar değil yaşadığım deneyimler kendilerini hatırlatıyor. Seyahatler, yatıya kalmalar, tren yolculukları, plaj keyifleri, balkon sohbetleri, ailecek yazıp oynadığımız skeçler, müzik dolu akşamlar ve daha niceleri… Bu denli mutlu bir çocukluk geçirmiş olmamın ardında bana cömert bir biçimde ayrılan zaman ve tattırılan koşulsuz sevgi yatıyor diye düşünüyorum.
Belki bu tavrımı fazla duygusal bulup, zamane çocuklarının çok daha “gözü açık” olduğunu savunanlar olabilir. Bu durumda biz insanoğlu ve eşya/deneyim ilişkisine bakmakta fayda var.
Yapılan bir araştırmada, insanlardan eşya ve deneyim satın almadan önce ve sonraki tatmin olma duygularını 7 üzerinden numaralandırmaları istenmiş. “Sizce paranızın karşılığını alacak mısınız?” sorusunun cevabı eşya için 4.41 iken, deneyim için 2.90 çıkmış. Ancak aynı soru, harcama yapıldıktan sonra sorulduğunda eşya için 4.67 çıkan oran, deneyim için 5.42 olarak belirlenmiş. Belki eşyanın kalıcı, deneyimin geçici olacağı yanılgısı, satın alma öncesindeki tatmin beklentisi farkını açıklayabilir. Ancak sonuç, uyum sağlama becerimizle çabuk sıkıldığımızı doğruluyor. Şüphesiz çocuklar, bu alanın en büyük ustası!
Onlar, yıllar sonra süper akıllı oyuncaklarının sayısını değil, sizinle olan anılarını hatırlayıp gülümseyecekler. Sahip olduklarının değil, anılarının toplamı olduklarını gösterin onlara.
Begüm
Fotoğraf: Annem veya babam.
27 Temmuz 1983