Cep telefonlarıyla olan ilişkimizi eleştirmek artık çok klişe, biliyorum. Gelin görün ki “klişe” yaftası yemesine rağmen problemin taptaze duruyor olması (hatta her geçen gün kötüye gitmesi) şahsen beni rahatsız ediyor. Örneğin geçenlerde izlediğim etkileyici bir dans performansına yine tatsız bir ekran ordusu gölge düşürdü. (Bu konudaki hislerimi geçen yıl şu yazımda belirtmiştim.) Bu defa sıkıntım yemek masalarının başrolündeki cep telefonları. Ne zaman bir yemekte her ikisi de boynu kopmuş gibi önüne bakan çiftleri görsem şaşırmaya devam ediyorum. Akşam yemeğe çıkalım mı, instagram’ımıza bakarız.
Bana göre bu hayatı anlamlı kılan şeylerden biri yemekse diğeri de keyif veren sohbetler. İkisinin bir araya gelmesi ise kocaman bir mutluluk sebebi! Belki birçok kişi benimle aynı fikirde, iyi yemeği, güzel sohbeti kim sevmez diyor. Peki o halde neden ısrarla içinde bulunduğumuz andan daha ilgi çekici bir şeyler olduğu fikrine bu kadar tutkunuz? (Durdurulamaz fotoğraf çekme isteğini konuya şimdilik dahil etmiyorum)
Çok sevdiğim, 70 yaşındaki arkadaşım Richard, birkaç yıl önce beni Chelsea Arts Club’a götürmüş, kapıdan girerken içerde telefon kullanmak yasak diye uyarmıştı. Telefonu -birinden haber beklemiyorsam- çantamdan çıkarmama kuralını yerine getirmeye çalışan biri olarak onların gözden ırak olduğu o akşam yemeği benim için tarif edilemez bir zevkti. Upuzun bir masada, yanımızda tanımadığımız birçok hoş insanla beraber adeta yüzyıllar öncesinde bir yemek yedik.
Bu keyiften kendinizi daha fazla mahrum etmemeniz için bir önerim var. Yediğiniz o yemeğin son yemeğiniz olduğunu bilseniz telefonunuzu elinizden bırakıp yemeğin ve sohbetin tadını mı çıkarırdınız yoksa ona bakmaya devam mı ederdiniz?
O zaman şöyle devam edeyim, her yemek pekala “son” olabilir. Ha baktınız hala yaşıyorsunuz, farkındalık ve keyifle yediğiniz bir yemek yanınıza kâr kalır, fena mı?
Afiyet olsun.
Begüm