Toplu Taşımayı Taşıyamama


Bir gazetenin internet sitesinde şöyle bir habere rastladım, geçen gün, “Bir dönemin aranan oyuncusu, Nişantaşı’nda dolmuşa binerken görüntülendi.” Evet bu bir “haber”di ve tam on iki sayfadan oluşan bir slayt gösterisiyle sunulmuştu. Burada Türk basınının habercilik anlayışına girmeyeceğim, yalnızca toplu taşımanın toplumdaki yerini ve bu tercihlerin altında yatan psikolojiyi irdelemek istiyorum.

Aklıma ilk olarak Gustavo Petro’nun şu sözü geliyor, “Gelişmiş ülke, fakirlerin araba sahibi olduğu değil, zenginlerin toplu taşıma kullandığı yerdir.” Belki bizdeki toplu taşıma anlayışının hiç de gelişmiş ülke standartlarında olmadığı gerçeğiyle itiraz edeceksiniz. Haklısınız. Ama bu, şartlar henüz o kadar kötü değilken bile dar gelirli insanların altında araba olduğu; belirli bir gelir ve statüye sahip kişilerin ise toplu taşımaya uzak olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ekonomi, enerji ve çevresel faktörleri doğrudan etkileyen bu seçimlerde en baskın bakış açısı “halka karışmayı tercih etmeme” durumu, ki ilgilendiğim nokta da tam olarak bu. Her ne kadar toplu taşıma, trafikte sıkışıp kalmaktan çoğu zaman daha iyi bir çözüm sunuyor olsa da kendi değerimizi sahip olduklarımız ve alışkanlıklarımız üzerinden sorgulamaya meyilli olduğumuzdan ona karşı uzak durabiliyoruz.

Keşke farkına varsak, içinde yaşadığımız şu dünyaya dışardan bakıldığında ne komik göründüğümüzün ve anlasak, birilerini etkilemeye çalışmayı bırakıp yalnızca kendimizi etkilemenin ne büyük mucizeler getireceğini.

Sadeleşmenin ilk adımı ne olmalı sorusunu duyuyoruz sık sık. Başkalarını etkilemeye çalışmaktan vazgeçmekle başlamaya ne dersiniz?

Begüm

Comments are closed.