Dünya bize daima adil davranmalıymış gibi düşünürüz. Oysa işler her zaman beklediğimiz gibi gitmez. Daha çok çalıştığımız için hak ettiğimize inandığımız terfiler, unvanlar ve alkışlar gelmez. Hevesle beklediğimiz övgülerin yerine bolca eleştiriyle karşılaşırız. Her detayını ince ince planladığımız meseleler ters gider. Adaletsizlik ille büyük bir şey olmak zorunda değildir ayrıca. Bazen, mesela tam da çok beğenilmek istediğimiz bir gün, sevimsiz bir sivilceyle uyanırız. Bu durumda kimi, neyle suçlayabilir ki insan?
Hayatta kalmak için nefes alıp vermek, kalbimizin atması, kanın pompalanması organların düzenli çalışması ve daha nice hayati faaliyet kendi kendine olur gider. Hayatta kalmak -doğal ve ideal olarak- kendiliğinden gelişen otomatik bir şeydir. Öğrenmemiz gerekmez. Peki ya yaşamak?
Hayatta kalmaktan farklı olarak, yaşamayı hepimizin yaşadığı müddetçe öğrenmeye devam etmesi gerekiyor, çünkü otomatik olarak indirdiğimiz bilgiler nadiren işimize yarıyor. Zihnimizdeki en yüce kavramların, en asil değerlerin, en yüksek ideallerin ters yüz edilebildiği, sürprizli bir yer dünya. Beklentilerimizin bire bir karşılandığı ve müşteri memnuniyetinin en üst seviyede tutulduğu yedi yıldızlı bir otel konforu sunmuyor çoğu zaman. Bize ne büyük yanlışlar yapılıyor da kimsenin haberi olmuyor!
İşte tam da böyle anlarda aslında iki seçeneğimiz var: 1) isyan, sinir bozukluğu ve umutsuzluk 2) kabulleniş, çözüm arayışı ve umut. Her ikisinde de fayda ve zarar en çok kendimize. Bugüne dek hep 1. seçeneği tercih edip yeterli mutsuzluk dozunu aldıysak artık 2’nin vaktidir. Hayatın adil olmadığını kabullenmekle başlayabiliriz işe.
Sonra da, şu bunaltıcı günleri belirsizliğin içinde adil olanı bekleyerek geçirdiğini hisseden herkes için Alanis Morissette’ten gelsin: Ironic. Çünkü bu şarkının sözleri hepimizi birazcık gülümsetmeye yeter. Ve gülümseyebiliyorsak henüz her şey bitmemiş demektir!
Ege