Kadınların ilişkilerde komplike bir matematik problemini aratmayacak varsayım ve hesaplar yaptıklarına inanılır. Her zaman ne hissediyorsa onu dile getiren, nasıl algılıyorsa öyle hareket eden biri olarak yıllarca cinsiyetimden şüphe edildiğini söyleyebilirim. Buradaki “kendin olmak” meselesini biraz daha ileri taşıyıp çok önemsediğim başka bir kavramdan bahsetmek istiyorum: en çok sevdiğimiz halimizden.
Hepimizin bizi daha iyi hissettiren sıfatlarımız olduğuna inanıyorum. Sakin, heyecanlı, bilge ya da cesur. Bir de dönüştüğümüz insandan hiç hoşlanmadığımız hallerimiz var. Endişeli, dırdırcı, kontrolsüz veya bıkkın. Pekala hepsi biz olabiliriz. Zamanında bu durum için şöyle bir benzetme yapmıştım:
Formüle dökersek bir kişi A olsun, diğeri B, onların ilişkisi ortaya bir C çıkarır. Muhakkak içinde hem A hem de B’yi barındırır, ancak C tamamen kendi başına bir oluşumdur. A, B’yle değil de D’yle bir ilişki yaşadığında ortaya çıkan E ise C’den bağımsızdır. A’nın aynı bileşenlerini dahi taşımaz. Örneğin C çıkarımında A’nın çabuk sinirlenmesi söz konusuysa, E’de pekala sakin bir insana dönüşebilir.
İşte bu yüzden bizi kimin en iyi halimize dönüştürdüğünü, kimin ondan uzaklaştırdığını doğru gözlemlemek gerekiyor. Şüphesiz her durum içinde bir diğerini barındıracaktır ancak mesele her şeyde olduğu gibi oranlarda saklı. Zamanımızın çoğunda bastırmak istediğimiz huylarımız su yüzüne çıkıyorsa, hayalimizdeki insandan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyorsak belki de değişim zamanı gelmiştir.
Kendi adıma, en sevdiğimiz halimizi benzer ruhların ortaya çıkardığına inanıyorum. Büyük ihtimalle biz de varlığımızla, o insanların en iyi hallerini bulup ortaya çıkarmalarına yardımcı oluyoruz. İşte ancak o zaman, bir ilişki anlam kazanıyor ve insanın yaşamına yük değil, adeta bir sihir katıyor.
Psikologların “The Michelangelo Phenomenon” olarak adlandırdıklarını sonradan öğrendiğim bu durumu siz nasıl tanımlarsınız bilmem ama o duyguyu tattığınızda ve tattırdığınızda nasıl muazzam bir sihir olduğunu anlayacaksınız.
Begüm