Sadeleşmeye giden yolda karşımıza çıkan ilk ve en popüler tabirlerden biri ‘bırakmak’ (letting go). Bizler bu fiili daha çok elden çıkarma, atma, ayıklayıp kurtulma gibi anlamlarda kullanıyoruz. Aynı model iki siyah elbisenin birine veya aynı işi gören üç mutfak aletinden ikisine yol vermek, elbette bırakma kapsamına girer. Hayatımızdan çıkarmak ve geride bırakmaktır yaptığımız.
Oysa bırakmanın bir diğer, daha saklı anlamı da var bence: Olayları ve insanları oldukları gibi kabul etmek. Değiştirmeye çalışmamak. Onlardan kafamızdaki sonuçları beklememek. ‘Bırakmak bunun neresinde?’ diye soracak olursanız, aslında tam kalbinde. Ve hepimizin bildiği gibi, beklentilerimizi bırakmak, bir elbiseyi veya mutfak robotunu bırakmaktan çok daha zor.
Tam da şu günlerde canımızı sıkan bir durumu veya insanı düşünelim. Şartlar veya davranışlar beklediğimiz gibi gelişmedi ve kırgınız / üzgünüz / sinirliyiz. Her ne olduysa oldu ve bitti, veya belli ki olduğu şekliyle olmaya devam edecek. Bireysel açıdan baktığımızda çok can sıkıcı olabilir, ancak işlerin bu şekilde gelişmesi de mutlaka hayatın sonsuz olasılıkları dahilindedir. Biz kendimizi bu olasılık repertuarının sevimsiz maddelerinden korunuyor var saymışızdır, hepsi bu. Çünkü beklentilerimiz başka yöndedir.
Ama ah o beklentiyi bırakabildiğimiz an… Her şey nasılsa öyle. Ve hayat her şeye rağmen devam ediyor.
Ege