Biricik


Sevdiğimiz bir şeyleri yapmak için kendimize izin verdiğimizde daha sık kurduğumuz bir cümledir: “Yahu şu hayata kaç kere geliyoruz!” Hayat bir tanedir. Oysa sevmediğimiz, aslında istemediğimiz, heyecanlanmadığımız şeyleri yaparken pek düşünmeyiz ölümlülüğümüzü. Hayat, onlarca cana sahip olduğumuz bir video oyunuymuş gibi, dişimizi sıkar vazifemizi yaparız. Vazifenin kim tarafından verildiği ve ne kadar geçerli olduğu bir yana, kabul eden ve alan taraftaysak eğer, ömrümüzün o anlarına belli bir bedel biçtiğimiz içindir. Madden veya manen.  

Vazife bazen hiç de içimizden gelmeyen, ama nezaketen yaptığımız bir şeydir. Bazen para için yaptığımız bir şey. Sevmediğimiz insanları etkilemek için satın aldığımız her şey, kendimize icat ettiğimiz birer vazife değilse nedir? Peki ya başkalarının sevgisini veya takdirini kaybetmemek için yapmakla yükümlü olduğumuzu hissettiğimiz şeyler? Oysa ölüm, o çirkin ve uzak kelime, bir gün, tam da beklemediğimiz bir anda artık sadece bir kelime olmaktan çıkabilir. Onunla tanıştığımız an, bugün canımızı sıkan şeyler ne ifade eder? Biricik hayatımızın değerini anlamak için kaç kere ölmek gerekir?

Bu haftanın ilhamı Alice Munro’nun Bazı Kadınlar kitabından, şiir ise Walter de la Mare’dan.

Zamanın asla iyileştiremeyeceği, 

Bir keder yoktur;

Bir kayıp, bir ihanet yoktur,

Yarası sağalmayacak.

Öyleyse avunsun ruhun,

Ayırsa bile mezar

Sevenle sevileni,

Paylaştıkları hayattan. 

Gördün mü yağmur dinmiş,

Ve o güzelim güneş ışıldıyor;

Çiçekler nasıl da güzelleşti,

Nasıl da güzel bir gün bugün!

Üstünde fazla düşünme,

Ne sevginin ne de görevlerin;

Uzun zamandır unuttuğun dostlar,

Yaşamla ölümün 

Her şeyi sonuçlandırdığı yerde

Bekliyor olabilirler seni;

Kimse uzun süre yas tutmayacak ardından,

Dua etmeyecek, özlemeyecek de seni,

Yerin hep boş kalacak,

Orada olmadığın zaman.

*

Ege

Comments are closed.