Termometre ve Termostat


Geçenlerde Bruce Lipton’ın bir konuşmasında duyduğum bu ikili, baktım hala aklımdan çıkmamış, bugün buraya sizlere de bahsetmeye geldim. Lipton’un tespiti özetle şu: Termometre pasiftir, ortamın ısısını ölçer. Termostat ise aktiftir, ortamın ısısını belirler. Okuyunca ‘Ee ne var ki bunda, ilkokuldan beri biliyorum’ diyebiliriz. Ama bu ikilinin karmaşıklıktan uzak görev tanımı, aslında zihnimizi ne şekilde çalıştırmayı seçtiğimizle de bire bir uyuşuyor. Bir ortama girdiğimizde, genel gidişata aynen uyumlanıp onu yansıtmayı mı seçiyoruz, yoksa standartları kendimiz belirlemeyi mi?

Her ortamda termostat olmak mümkün görünmeyebilir. Sonuçta kimi kurum, durum ve kişilerin net sınırları ve aşılmaz duvarları vardır. Uymak zorunda kalırız. Ama bana öyle geliyor ki, başkalarının çizdiği sınırların içindeyken bile zihnimizde kendimize nasıl bir hikaye anlattığımız kendi tasarrufumuzda. O an içinde bulunduğumuz sınırların dahi ötesine uzanan bir mecburiyet, trajedi, engellenmişlik hikayesi kurgulamak da mümkün, bu sınırların belki kendi içinde gerekli veya tutarlı ama elbet gelip geçici olduğuna dair bir hikaye uydurmak da.

Zihinlerimiz maalesef negatife sevdalı. Tehditler, acılar ve her türden kötü anı, bir daha yaşamayalım diye, dünyanın bu işine en aşık yönetici asistanı tarafından dikkatle dosyalanıp gerekli arşivlere kaldırılıyor. Termometre modu daima tetikte. Bu tetikte olma hali bile ister istemez arşivlerdeki bütün negatiflerin yeniden ama farklı kılıklarda karşımıza çıkmasına davetiye çıkarıyor. Bu doğal eğilimimize rağmen günde 1 saat bile termostat olabiliyorsak, zaten hemen kendi yanağımızdan bir makas alalım ve sırtımıza iki pat pat yapalım. Çünkü 1 saat için bile olsa, kendimizin yaratıcı tarafı olmaya cesaret ettik demektir bu.

Ege

Comments are closed.