Acil en haz etmediğim kelimelerden biri olabilir. Doktor olmayı seçmediğime göre, onu hayatımdan uzak tutma lüksüm olduğuna inanıyorum. Özellikle iş hayatında aciliyet kavramının fena halde suistimal edildiğinin şüphesiz hepimiz farkındayız. Olağan bir iş gününde talep ettiklerimizin -istisnai durumlar hariç- kısacık bir zaman dilimi içinde hazırlanmasını beklemek de, bir tatil gününü mahvedecek o telefonu etmek de aynı oranda bu suistimale dahil diye düşünüyorum.
Böyle bir senaryoda talep eden taraftaysak şayet, bir düşünelim. Daha iyi bir planlama yapsaydık, etrafımızdaki insanların iki ayağını bir pabuca sokmadan, özel hayatlarındaki huzuru bozmadan çalışmalarına imkan sağlar, bir de üzerine çok daha kaliteli bir sonuca sahip olabilir miydik?
Hikayenin diğer tarafında isek, düzenin bir parçası olmak yerine samimiyetle bu durumdan duyduğumuz rahatsızlığı dile getirerek bir şeyleri değiştirebilir miydik? Sağlıklı, sadık, vizyoner ve çalışkan insanların sağlıksız, mutsuz, bıkkın ve “daha iyisini bulduğunda arkasına bakmadan kaçacak” kişiler haline dönüşmemesinin ellerinde olduğunu anlatabilir miydik?
Tıpkı yalancının hikayesinde olduğu gibi acil kavramını hakkıyla kullanmazsak, bir şey gerçekten acil olduğunda o şekilde değerlendirecek kimseyi bulamayabiliriz etrafımızda. Eğer bir iş ertesi sabah da pekala çözülebilecekse, hiç kimse bu uğurda keyfi kaçan akşam yemeğini unutmayacaktır.
Hızlı ama ortalama işlere, iş bitiren ama mutsuz çalışanlara bu kadar meraklı olmayalım. Warren Buffet’ın söylemiyle “dokuz kadını hamile bırakarak bir ayda çocuk sahibi olmayı bekleyenlerin” çoğunlukta olduğu günümüzde biz Eisenhower’ı hatırlayalım:
“Önemli olan nadiren acildir, acil olan ise nadiren önemli.”
Begüm