Geçenlerde Begüm’le anne-kız ilişkilerine odaklanan bir sanat belgeseli izledik. Gösterimin yapıldığı mekan küçük ve samimiydi, filmden sonra bütün izleyicilerin davet edildiği sohbet kısmına da kaldık. O kadar farklı yorumlar duyduk ki, yönetmen kadının annesiyle olan ilişkisini detaylı bir şekilde masaya yatırmasının hepimizi farklı şekillerde etkilediğini fark ettik. Film biter bitmez annesini arama ihtiyacı hisseden de vardı aramızda, kızıyla olan ilişkisini sorgulayan da. Bir çocuk için, annesinin dünyasındaki en değerli şey olduğunu hissetmesinin önemine inanan da, bir annenin bambaşka şeylere daha fazla değer verebileceğini düşünen de. Anlamak isteyen de, anlaşılmak isteyen de. Ama bir noktada, seyircilerden birinin ‘Neden sırf bizi doğurduğu ve büyüttüğü için annemizin bizi mutlaka anlamasını bekliyoruz?’ sorusu benim için bu sohbetin can alıcı kısmı oldu.
Neden böyle bir beklenti içindeyiz gerçekten? Sadece annelerimizden de değil üstelik. En çok ve öncelikle annelerimizden başlamak kaydıyla, en fazla vakit geçirdiğimiz, köklerimizin en derine dayandığı ilişkilerde, belki de kaçınılmaz olarak geniş bir anlayışla kucaklanmak, sarıp sarmalanmak, hatta bazen daha biz anlatmadan anlaşılmak istiyoruz. ‘Onca yakınlığın bu kadarcık da bir lüksü olmasın mı’ dediğinizi duyar gibiyim. Ve inanın ben de sizle aynı fikirdeyim. Ama sanırım hayat, sürekli akışı içinde, bizimle aynı fikirde değil. Hep anlaşılmayı beklediğimiz halde, dışardan her zaman pek de anlaşılamayacak şekillerde değişiyoruz bir kere. Bizi anlasın istediklerimiz de kendi değişimlerinden geçiyor, kendi ritimlerinde. Nasıl ki biz annemizin zihninde 5 yaşından itibaren kereviz sevmeyen biri olarak kayıtlıysak, o da bizim için sarı giymeyen biri olarak kayıtlı mesela. Çoğu kez, biz ağzımız sulanarak kereviz pişirmeye ve annemiz sarı bir eşarp alıp severek kullanmaya başladıktan çok sonra dahi.
En yakınımızla bile iki ayrı insanız. Anlamak ve anlaşılmak ise ihtimallerden sadece ikisi. Hatta bana öyle geliyor ki çoğu kez en zor ve mucizevi olanı. Tam da bu nedenle, anlaşılmamakla barışmanın bir yolunu bulmalıyız sanırım. En çok da kendi huzurumuz için.
Ege