Tek basamaklı yaşlarımdan birinde iştah şurubu içtiğim kısa dönemi saymazsak, yemek yemek benim için hep keyif aldığım bir eylem olmuştur. Ancak uzun yıllar bana keyif veren seçimler pek de “sağlıklı” olmadı. Ailemin doğru besinler almam için beni yazdırdığı okul yemekhanesinin fişlerini karaborsa satar kantinden hamburger alır, okul çıkışlarında fıstıklı Tombi’yle adeta kendimden geçerdim. 20’li yaşlarıma geldiğimde de cep telefonumun dokuz hızlı aramasından biri McDonalds’tı. Yaşımın gençliği ve genetik durumlar bana dilediğim kadar “kötü” yiyerek zayıf kalma lüksü tattırdığından bu seçimleri hiç irdelemedim. Yaşıtlarım “kibrit kutusu beyaz peynir”e geçiş yapmışken ben hala Big Mac peşindeydim. Ta ki, McDonalds, formüllerinin içeriğini yenilmez hale getirerek, “suçlu keyfimi” benden alana kadar. İşte o dönemlerde ben bedenimi dinlemeye ve anlamaya başladım. O pek sevdiğim cipsleri ağzıma atmanın adeta pakedini yemekle eş değer olduğunu da.
Bugün avokadoyu, brokoloyi sırf birileri dikte ettiği için değil, gerçek anlamda “nefis” bulduğum için yiyorum. (Tıpkı hiç vazgeçmediğim “iyi bir burger ve bira” ikilisi gibi) Sağlıklı besinleri lezzetli buluyor olmak bir şans mı yoksa içten içe bana iyi geldiğini bildiğim için mi onları seviyorum bilmiyorum ama şu bir gerçek ki; doğru yiyecekleri tüketmek bedenimizin bizim için yaptığı onca harika şeyin karşılığında önemli bir teşekkür.
Zararlı olduğunu bildiğiniz ama hala yeme hayalleri kurduğunuz bir şeyler varsa, önce onun bedeninize gerçekten ne yaptığını anlamaya çalışın derim. Şayet hala içinizden yemek geliyorsa da bir şeyleri “az” tüketmek gibi bir seçenek olduğunu hatırlayın. Sonra da “iyi”lere şans verin, huzur ve hazzın pekala bir arada bulunabileceğini hiç aklınızdan çıkarmadan!
Begüm
Fotoğraf: Danimarkalı film yapımcısı Jorgen Leth’in “66 Scenes from America” filminden Andy Warhol’un hamburger yeme sahnesi.