Yaklaşık bir yıl önce, bugün hala etkisinde olduğum bir film izledim. Valérie Massadian’ın ilk filmi olan “Nana”, ormanda bulunan bir taş evde annesiyle yaşayan dört yaşındaki bir kız çocuğunun hikayesiydi. Kelyna Lecomte adındaki bu küçük kızın olağanüstü performansı ve filmin görsel etkisi bir yana, beni en çok “Nana olabilmek” etkiledi. Şöyle ki, filmin baş kahramanı bir gün okuldan eve gelir ve annesini bulamaz. Beklenilenin aksine sessizliğe bürünmüş bu eve isyan etmez o. Günlük rutininde ne varsa onu yapmaya çalışır yalnızca. Boyunun ancak tabureyle yetiştiği pencereleri açarak evi havalandırır, sütü döke saça da olsa kahvaltısını hazırlar, evin içine odun taşır. Bütün bu çabayı, birini kaybettikten sonra yaşama tutunma gücüne ya da kendine yetebilirlik anlamında adeta evlat edinmek isteyeceğiniz bir çocuk profiline örnek gösterdiğimi düşünmeyin. Daha ziyade değişimle başa çıkabilme gücü, ilham verici bulduğum. İsyan etmek yerine, mevcut duruma odaklanma gayreti.
Hayatın maddi manevi zorlukları ortaya çıktığında kimi zaman pes etmiyor muyuz? Önümüzdeki bir güne odaklanmak yerine, belirsiz geleceğin yükü altında kendimizi ezmiyor muyuz? Karanlık tünellere dalmıyor muyuz? İşte ben böyle zamanlarda onu aklıma getiriyor ve “Biraz Nana ol.” diyorum, kendime.
Bu hayat denen döngünün içinde salim kafayla varolabilmek için daha fazla güce ihtiyacınız olduğunda siz de onu hatırlayın. Boyunuz yetişmediği için isyan etmek yerine, taburenin üzerine çıkın ve usulca havalandırın o evi.
Begüm