Geçenlerde Seth Godin’in The Startup School kayıtlarını dinlerken dikkatimi çekti bu konu. Diyelim ki güzel bir iş fikriniz var. Size en yakın veya aklına en çok güvendiğiniz birkaç kişiye bu fikirden bahsettiniz. Fikrinizi beğenenler size çoğunlukla ilk şunu tembihler: ‘‘Aman bundan öyle her yerde bahsetme, fikrini çalarlar!’’ İçimize işlemiş olan bu paniğin ve endişenin sebepleri hakkında yazmak istiyorum bugün. Neden böyleyiz ve bakış açımızı değiştirmek bize nasıl fayda sağlayabilir?
Daha yakından bakalım. Fikrimi çalarlar’ın içinde birçok önyargı / önkabul var. Öncelikle fikrimizin çok değerli olduğuna ve bizden başka kimsenin bunu düşünemeyeceğine, sonra bunca değerli bir fikri duyan tüm yabancıların otomatikman hırsızlığa soyunacağına, ve nihayet hırsızlardan birinin bizden önce davranıp fikrimizi hayata geçirerek işin kaymağını yiyeceğine ikna olmanın toplam endişesi içindeyiz.
Google’da, tarihe geçen büyük fikir hırsızlıklarına dair birkaç arama yaptım. Karşıma çıkan sayfalardan birini okurken farkettim de, bu büyük ‘hırsızların’ istisnasız hepsi ya iki mucit veya bilim adamı, ya da milyar dolarlık rakip firmalar. Yani Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’nın bulduğu (aslında bulmak doğru fiil bile değil, henüz sadece ‘düşündüğü’) fikri araklayan Dalgacı Mahmut kombinine rastlamadım. Bu tip vakalar hiç yaşanmıyor anlamına gelmiyor bu. Ama şurası kesin: Fikrimi çalarlar endişesine saplanıp kalmak bizi hem yalnızlaştırıyor hem de tembelliğe itiyor.
Düşünmek kesinlikle harika bir beceri. Ortada var olmayan (en azından bizim görmediğimiz ve bilmediğimiz diyelim) bir şeyleri sıfırdan hayal etmek ve kurgulamak müthiş. Keşke iş orada bitse. Maalesef iş tam da fikri bulduktan sonra başlıyor. Çünkü uygulamaya dökülmeyen fikrin, sandığımızın aksine, hiçbir değeri yok. Gerçekleştirmek üzere tek adım atmadığımız, bir gram ter dökmediğimiz fikrin üzerinde bir de hak iddia etmemiz ise epey abartılı bir tavır. Sadece %10’unu kullandığımız beynimizden çıkabilecek milyonlarca fikirden biriyle bu derece arabesk bir aşk yaşamak niye?
Bir fikrin çalınabileceğinden korkmak, temelde fikirlerin az bulunan şeyler olduğuna inanmamızdan kaynaklanıyor. Belki de yeni fikirler üretme konusunda yeterince hevesli olmadığımızdan bize böyle geliyor durum. Oysa hayatta karşımıza çıkan her sorun, içimizi sıkan her konu, sabrımızı zorlayan her insan yeni bir(çok) fikir bulmak için birer fırsat. En basit seçimlerimizde taze fikirlere yer açmayı bir pratik haline getirdiğimizde, iyi fikirler bulmayı, bugüne dek yerleştirdiğimiz yücelik mertebesinden daha alçak, daha normal ve erişilebilir bir yerlere çekebiliriz. Böylece asıl marifetin düşünmekte değil gerçekleştirmekte olduğunu fark edebiliriz.
Ayrıca, diyelim ki gerçekten de fikrimizi çaldılar, bizi taklit ettiler, övgüyü ve kaymağı sahiplendiler. Aklımıza gelen ilk yeni fikir ortalarda ağlaşarak dolaşmak, suçlamak ve şikayet etmekse belki de sandığımız kadar akıllı değiliz.
Ege