Hâlet-i Ruhiye


İki gün önce hayatımın belki de en kötü deneyimlerinden birini yaşadım. İlk başta basit bir tansiyon düşüklüğü sandığım şey aslında ondan çok daha fazlasıydı. İçinde bulunduğumuz yıpratıcı durumlara katlanmaya çalışmanın, korku içinde yaşamanın getirdiği o zorlayıcı durum belli ki fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak başa çıkabileceğimin ötesindeydi artık.

Hayatta kendimle ilgili en çok sevdiğim şeylerden biri olan tek başına vakit geçirme fikri bile hiç olmadığı kadar ürkütücü geldi o akşam. Çünkü düşüncelerimi susturamıyordum. Normalde beni kolayca mutlu edebilecek küçük keyifler dünyanın en saçma şeyleriymiş gibi geliyor, heyecan duyduğum işlerin bir daha asla parçası olamayacakmış gibi hissediyordum. İkinci beyin olduğunu söyledikleri midem de durumdan nasibini aldığı için ağzıma tek bir şey koyamıyordum. Kendi kendimi zehirlemiştim.

Ege’nin Haberler yazısında yapmamamızı önerdiği şeyi yapmış, adeta haberlerin peşinde koşmuştum. Gazetelerden okuduklarım yetmemiş, normalde kullanmadığım sosyal medyanın bile peşine düşmüştüm. Her okuduğum kelimeyle, öğrendiğim her haberle yere yığılan boksör gibiydim. Ağzı burnu kan revan içindeyken hala pes etmeyen bir boksör. Yazdıklarımla, inandıklarımla ve paylaştıklarımla üç beş kişiye iyi gelebildiğimi bilirken, bir daha bunu yapamayacak olmaktan korktum. Ev, semt, şehir üzerime gelirken düşündüğüm tek şey, hayatta hiçbir şeyin, ama gerçekten hiçbir şeyin, benim ruh sağlığımdan önemli olmadığıydı.

Şüphesiz içinde yaşadığımız bu dünyada kendi küçük alanımızın dışında olanlara vicdanımızla yaklaşmak çok kıymetli ancak bu yol bizi bireysel anlamda yok etmeye doğru gidiyorsa, hayattaki belki de tek idealimiz olan barış ve huzur dolu bir dünyada yaşamaya karşı zerre umut bırakmıyorsa, orada durup düşünmek gerekiyor.

İnsani değerlerin gittikçe yok olduğu bu dönemde, hala bir şeylere şaşırabilmek bile kendi içinde bir değer taşıyorken, belki de kendi dünyalarımıza, hayatımızdaki insanlara, hiç tanımadıklarımıza daha da özenli bir gözle bakmamız gerekiyordur. Ege’nin  yazısında tanımladığı gibi koca dişli çarktan kendimizi kurtarıp belki de minicik de olsa iyi gelen bir şeylerin parçası olabilmeye çabalamamız gerekiyordur.

Ben, şimdi izninizle endişe salan haberlerden, “memleket”in durumu üzerine korku senaryolarını sıralayan kimselerden kendimi azad ediyorum.

Bence hepimizin biraz güneşi görmeye, hiç olmadığı kadar ihtiyacı var.

Begüm

Comments are closed.