Günler


Yazmak üzerine yazmasıyla bilinen Annie Dillard’ın ‘’Günlerimizi nasıl geçirdiğimiz, elbette hayatımızı nasıl geçirdiğimizdir’’ sözü son dönemde karşıma 1 değil 2 kere çıkınca bu konuda yazmak istedim bugün. Geçen hafta Begüm’ün bıraktığı yerden devam edelim.

Geleceğe dair hedefler koyar, planlar yaparken harcadığımız saatlerin ve günlerin aslında hayatımız demek olduğunu çoğu kez düşünmüyoruz. Böyle düşünerek yaşamaya giriştiğimizde ise, algımız alışılmadık şekilde ters yüz oluyor: Madem her gün bu kadar değerli ve önemli, geleceğe yüklediğimiz başarı ve kazanımların önemi nereden geliyor? Ya da dikkatimizi yıllardan alıp günlere verdiğimizde, bu kez koca koca 24 saatleri, tam bir başarı ve mükemmeliyet içinde geçirme kaygısına teslim olabiliyor zihnimiz.

Hayat 10, 20 veya 50 yıl öncesine kıyasla bizden hep daha fazla şey bekliyor gibi. ‘Hayat’ diyerek kaçamak bir yola saptım ama elbette bizden bir şeyler bekleyenler sadece ve sadece yine bizleriz. 70 sene önce iyi-kötü bir ev kadını olmak yeterliyken, bugün bir kadının mükemmel bir ev kadını, iş kadını, anne, eş ve dost olması, tüm bunları yaparken de bir zahmet cool, kültürlü ve bakımlı olması gerekiyor. Sahi, gerekiyor mu hakkaten? Yoksa biz miyiz kendimizi bu gitgide çoğalan beklentileri karşılamaya zorlayan?

Kimi günler hafif geçiyor, kimi günler ağır. Bazen ufacık bir söz, hayat boyu unutulmayan izler bırakıyor, bazen de devasa jestler bolca kuru gürültü çıkardığıyla kalıyor. Biz bir şey söylüyoruz, karşı taraf bambaşka bir şey anlıyor. Her gün biz kimbilir kimleri yanlış anlıyoruz da dünya rotasından bir milim sapmıyor.

Sizin günleriniz nasıl geçiyor? Başkalarına iyi geliyorsunuzdur belki ama, kendinize iyi geliyor musunuz? Hayatımızın istediğimiz yöne doğru gidip gitmediğini test etmenin en basit yolu, tam da bu derece basit bir soru.

Ege

Comments are closed.