Sonsuzluğun içinde ancak bir nokta sayılabilecek bu küçük gezegendeki yaşama sebebimizi düşündünüz mi hiç? Belki bir dini inancınız var, o size zaten bir sebep sunuyor ve siz de bu sebepten memnunsunuz. Belki hiçbir inancınız yok, tamamen tesadüfi bir şekilde varolduğumuzu ve aynı şekilde yok olup gideceğimizi düşünüyorsunuz.
Her sabah uyanıp kaldığımız yerden devam edecek gücü buluyorsak, en azından hayata inanıyoruz demektir bence. Peki kendimize daha yakından baksak neler görürdük? İnançlı olalım veya olmayalım, lafımızı değil, icraatımızı soruyorum. Dünyadan haberdar olmak başlığı altında, her gün düzenli olarak olumsuz haberlere maruz kalıyorsak; kibarlık kisvesi altında, hoşlanmadığımız insanlarla vakit geçiriyorsak; kader deyip sevmediğimiz işleri yapmayı sürdürüyorsak, bu küçük gezegendeki yaşama sebebimiz nasıl görünürdü mesela başka uzaylılara? Zihnimizdeki o asla susmayan arşivci sesi nasıl açıklardık? “Bu iyi, bu kötü, bu iyi, bu kötü, bu çok kötü, off bu en kötüsü, bu iyi, ama yeterince iyi değil…” Bütün günü kataloglama işleviyle geçirdiğimiz gerçeği nasıl hissettirirdi? “Bu doğru, bu yanlış, bu çok yanlış, cık cık cık, çok ayıp, hele bu, çok çok yanlış, hele de bana yapılıyorsa en yanlış…” Sorsalar hiçbirimiz bu zihin oyunlarını bile isteye sürdürdüğümüzü itiraf edemeyiz, belki farkında da değiliz. Bizimkisi sadece gerçekçi olmak. Olan bitenin farkındayız, kandıramazlar bizi. En büyük kusurumuz ise elbette mükemmeliyetçilik!
Gerçekten etrafımıza bakıp gördüklerimizi iyi-kötü-doğru-yanlış diye 4 kutuya tasnif etmek üzere gönderilmiş olabilir miyiz bu dünyaya? Eğer yaptığımız bundan ibaretse, ölüm kapıyı çaldığında nasıl hissederiz? Sınırlı bir ömrü harcama şeklimizden memnun kalır mıyız?
Ben bu küçük gezegende kendimizi inandırdığımız varoluş sebebi/sebepsizliği ne olursa olsun, hazır gelmişken bir şeyler yaratmak taraftarıyım. Olana değil, olabileceğe bakmak. Bir şeyleri azıcık da olsa değiştirmek, azıcık da olsa güzelleştirmek. Tamamen bize özgü yollarla ve hatta çoğu kez tek kuruş harcamadan.
Ege