İltifatın Kaybı


Geçenlerde, benden 15 yaş kadar genç bir arkadaşım, yaşıtlarının birbirine asla iltifat etmediklerinden bahsetti. Herkesin en iyi olmaya çabaladığı bir ortamda kimsenin durup da etrafındakilerin iyi taraflarına dikkat etmemesi arkadaşım için doğal bir şeydi. Eğer kendisi iltifat ederse, diğerleri tarafından kuşkuyla karşılanacağını da ekledi. O ve akranları için başkalarına iltifat etmek adeta bir eziklikti.

Bu hafta bir başkası, bu kez benden neredeyse 20 yaş küçük bir öğrencim, hayatta onu sınırlayan en önemli şeyin, kendisine değer verildiğini hissedememesi olduğunu söyledi. Bu son derece çalışkan ve başarılı genç kız, etrafından yeterince takdir gördüğünü düşünmüyor ve mutsuz oluyordu.

Üstteki 2 paragrafı yazarken zihnimin belki de bilinçdışı bir dürtüyle ‘arkadaş’ kelimesini kullanmaktan kaçındığını fark ettim. 2 örnekte de yaşıt, akran, etrafındakiler, diğerleri kelimelerini kullanmışım, ama ‘arkadaşları’ dememişim. Diyememişim. Galiba gerçek bir arkadaşın bizden asla iltifat esirgemeyeceğine dair sarsılmaz bir inancım var. Üstelik bunun için ille de yetişkin olmamız mı lazım, emin değilim. Çünkü daha ilkokuldayken bile yaşıtlarımın iyi taraflarının, başarılarının, imrenilen özelliklerinin farkında olduğumu hatırlıyorum. Haset etmek insana özgü, elbette beni de pas geçmemiştir. Ama güven veren bir arkadaşlığın ilk kurallarından birinin, kalp kırmayan eleştiri kadar, karşımdaki insana duyduğum sevgi ve hayranlığın da ifade edilmesinden geçtiğini zaman içinde öğrenmiş olmalıyım. Keza arkadaşlarım (ve yaşıtlarım) da büyük ölçüde öğrenmiş olmalılar ki, bu konuda büyük sıkıntılar yaşadığımızı hatırlamıyorum. İltifat etmek asla global anlamda bir eziklik belirtisi değildi!

Yavaştan huysuz ihtiyarlık yoluna girdiğimi belgeleyen bu yazının amacı iltifat hakkındaki hislerimizi konuşmaktı aslında. Acaba iltifatı esirgemek bugünlerde hepimize daha mı doğal geliyor? En parlak yıldız olmak uğruna, kimleri karanlıkta bırakıyoruz?

Ege

Comments are closed.