Metrobüs’te bir kavgaya şahit oldum. Söğütlüçeşme’ye 2 durak kala, 60 yaşın üstünde bir adam ve 20’lerinin başında bir delikanlı bir anda küfür kıyamet birbirine girdi. Olayın sebebini anlayamadık. Ben sadece kavgayı tetikleyen cümleyi duyabilmiştim: ‘’Eee yeter ama!’’ demişti adam. Sonra delikanlı ağzı köpürerek küfürler savurmaya başladı. Adam başka küfürlerle kabardı, oturup oturup kalktı.
Az kişiydik, son durağa az kalmıştı, gün ortasında rehaveti bol bir saatti. Hepimizi hazırlıksız yakalamıştı kavga. Birkaç kişi delikanlıyı sakinleştirmeye çalıştı, ama öfke dinecek gibi değildi. Birkaç kişi adamı yatıştıracak sözler söyledi. Ama o da nefretinden dönecek gibi değildi. Delikanlının kız arkadaşı çırpınıyordu. Bir eliyle erkek arkadaşının ağzını kapatmaya çalışırken bir yandan da ‘’Amca tamam, uzatma daha fazla’’ diye adama yalvarıyordu. Karşılıklı küfürlerin dozu arttıkça arttı, araya girenler olmasa tekme tokat dalacaklar birbirlerine. Tam o sırada Fikirtepe’ye vardık, kapılar açıldı. Aslında inecekleri durak değildi, ama genç kız ve birkaç kişi delikanlıyı sürükleyip indirdiler. Ortalık duruldu. Yolculardan birkaçı şaşkınlık içinde adama ‘’Ne oldu yahu, nerden çıktı bu kavga?’’ diye sordu. ‘’Ya önümde öpüşüp koklaşıyorlar sabahtan beri’’ dedi adam. Ve söylenmeye devam etti. Sanırım hepimizin kendi içine çekildiği an bu oldu.
Önyargılarımızı beslemek ne kolaydı. Tam o anda James Altucher’ın bir tavsiyesi geldi aklıma. Kendini karşılaştığı herkesin annesiymiş gibi farz ettiğini, böylece herkese karşı şefkat duygusu geliştirebildiğini yazmıştı bir yerlerde. Bir deneme yapmak için ideal bir fırsattı bu. Önce adamın annesi oldum. Ona neler demek isterdim?
‘’Sevgili oğlum, seni canımdan yaptım, bu dünyaya yeni bir can kattım. Sana kendi bildiklerimi öğrettim. Amacım hayata hazırlamaktı seni. Tanıdıklık hissi duyacağın inançlarla ve kurallarla korumaktı. Dinin özüdür sevgi. Belki yeterince gösteremedim, ama ben de seni sevdim. Koşulsuz ve kuralsız. Bugün artık bir baba, hatta bir dede olacak yaştasın. Gördün geçirdin. İnancını birçok şekilde test ettin. Herkesin seninle aynı yolun yolcusu olmadığını, olamayacağını anlamak için sayısız fırsat geçti eline. Neden birbirini seven gençler seni bunca rahatsız etti canım oğlum? Neyin eksikliğini hatırlattı sana, hangi yaranı deşti? Anlat bana. Ağla bana. Kimse görür diye korkma. Neden inancına şu kadarcık zararı olmayan sevgi, senden bunca kötü söz çıkarttı, kalbine bunca zehir akıttı?’’
Sonra delikanlının annesi oldum. Ona neler demek isterdim?
‘’Sevgili oğlum, seni canımdan yaptım, bu dünyaya yeni bir can kattım. Sana kendi bildiklerimi öğrettim. Amacım hayata hazırlamaktı seni. Tanıdıklık hissi duyacağın inançlarla ve kurallarla korumaktı. Belki yeterince gösteremedim, ama seni sevdim. Koşulsuz ve kuralsız. Bugün artık bir yetişkinsin. Yanında dal gibi bir genç kız, mevsimlerden bahar, kanın kaynıyor. Dokunmayı, sevmeyi öğreniyor, sevgini göstermek istiyorsun. Hem de bütün dünyaya! Peki neden sevgiye tahammül edemeyen bir insan seni bunca rahatsız etti canım oğlum? Neyin eksikliğini hatırlattı sana, hangi yaranı deşti? Anlat bana. Ağla bana. Kimse görür diye korkma. Neden sevgine şu kadarcık zararı olmayan bir eleştiri, senden bunca kötü söz çıkarttı, kalbine bunca zehir akıttı?’’
Birbirine tahammül edemeyen, birbirinin hayatına karışmayı kendine hak gören, tepkilerinin dozunu kaçırıp haklı da olsa haksız duruma düşen her insan bir annenin oğlu, kızı. Hepimizin ortak noktası.
Ege