Taşıdıklarımız


Anthony de Mello’nun Awareness / Farkındalık kitabında okuduğum bir hikaye var. Aradan yıllar geçmesine rağmen hala unutamadığım, hatta kendime sık sık hatırlatmayı görev edindiğim bir hikaye: İki keşiş bir dere kenarından geçerken genç ve güzel bir kadının akıntıya kapılmış vaziyette çırpındığını görür. Kadınlarla fiziksel temasta bulunmaları yasaktır. Ama keşişlerden biri hemen o anda kendini suya atar, kadını çekip kucaklar, boğulmaktan kurtarır ve karaya çıkarır. Keşişler yollarına devam eder. Ancak diğer keşiş olan bitene o kadar şaşırmıştır ki uzun bir süre ağzını bıçak açmaz. Aradan 1 saat, 2 saat, 3 saat geçer. Nihayet kendini daha fazla tutamayan şaşkın keşiş ”Kadınlara dokunmamızın yasak olduğunu bile bile sen bu genç kadını nasıl kucaklayıp taşırsın!” diye çıkışır arkadaşına. Beriki bir süre duraklar ve cevap verir: ”Dostum, ben kadını çıkarıp karaya bırakalı saatler oldu. Peki ya sen neden hala taşıyorsun?”

Hepimiz bir şeyleri taşıyoruz. Maddi-manevi ağır geldiği halde hem de. Ama bazı şeyler var ki ağır gelmekle birlikte bize iyi de gelebiliyor. Gurur, keyif veya heyecan veriyor, hayata daha sıkı bağlıyor, kendimizi geliştirmeye aracılık ediyor ya da bizi dinç tutuyor. Peki ya hem ağır hem de tatsız şeyler? Karşılaştığımız her engeli, her sorunu, her zor insanı kişisel tarihimizin yenilgiler kolonuna işte yine bir başarısızlık olarak eklemek, gereksiz bir yükün altına (daha) girmek değilse nedir? Kendi kendimizi hoyratça çimdiklediğimiz her zayıflığı, hatayı ve beceriksizliği otomatik bir genellemeyle ”zaten hep böyle olduğumuza” bağlayıvermemize bir tür duygusal hamallık diyemez miyiz? Yüreğimizi azıcık olsun kıpırdatmayan nice görev, sorumluluk ve yükümlülük, bir kez evet dediğimiz için ilelebet taşımak zorunda olduğumuz bir kader midir?

Hayatımızda tam da bugün, şu an, artık taşımak istemediğimiz neleri bırakabiliriz? Hangi şikayetleri, hangi hataları, hangi hatıraları? Hangi insanları, hangi sözleri, hangi inançları? Dersimizi aldık veya almadık. Yaşadıklarımızı aştık veya aşmadık. Söylenecek en doğru sözü bulduk veya bulmadık. Fark eder mi? Sadece bırakıversek. Daha fazla taşımayı reddetsek. Ağır bir sırt çantasını, 6 kiloluk bir karpuzu veya artık kendi kendine yürüyebilen bir çocuğu nihayet yere bırakır gibi. Ne kaybederiz, ne kazanırız?

Ege

Comments are closed.