The Cut’taki şu yazıyı, yüzümde muzip bir gülümsemeyle okudum. Hele ‘iç çamaşırlarını minik üçgenlere katlamak için 15 dakika harcamaktan’ bahsedilen kısımda kahkaha atmış bile olabilirim. Yazının sahibi belli ki büyük bir keyifle, minimalistlerin ıskartaya çıkardığı nice değerli parçaya talip olmaktan bahsederken, ben de kendimi onunla ikinci el mağazalarda gezerken hayal ettim.
Bilirsiniz böyle arkadaşlar vardır, onların alışveriş iştahına kapılıp ya nefis parçalar alır ya da hayatımızın en büyük moda hatalarını yaparız. Ama olsun. Ben ‘retro’ tabirini moda veya sanattan çok zihnimizle ilişkilendirmeyi seviyorum. Yani geriye dönüp bakmak bizim için sadece 70’lerin mini etekleri veya 90’ların düz kesimleriyle sınırlı kalmıyorsa, moda hatalarımız da yeterince değerli demektir. Çünkü insan bazen başka biri olmak ister. Yeni ve kendinden beklenmeyen şeyler yapmayı arzular. Sınırlarından sıkılır.
Burası sade yaşamaktan bahsettiğimiz bir site diye, ne kendimizden ne de sizlerden kusursuz bir minimalizm ruhu beklediğimiz sanılmasın. Hepimizin hayal ettiği yüzlerce şeyi gerçekleştirmeye, sonradan pişman olacaksak bile önce denemeye hakkı var. Keyifle gözlerimizi parlatan, heyecanla kalbimizi çarptıran ve iştahla peşinden koştuğumuz şeyleri kendimize yasaklarsak, yaşıyor olmanın anlamı nedir ki?
Ege