Maslow, Socrates ve Çiviler


İnsan doğasını anlamaya yönelik birçok meşhur fikrin babası psikolog Abraham Maslow’un şu sözünü belki siz de bilirsiniz: ‘’Sahip olduğunuz tek şey bir çekiçse, tüm sorunları birer çivi gibi görmeye meyledersiniz.’’ Bu sözde elbette bir eleştiri var. Maslow tek boyutlu ve genelleyici olmanın, kafamızdaki neden-sonuç ilişkilerine, hayatımıza ve hatta başkalarının hayatına ne kadar derin zararlar verebileceğine işaret ediyor, ve buraya kadar her şey güzel. Ama geçenlerde Adam Robinson bu sözü alıp şu şekilde tepetaklak etti ve bir anda bambaşka bir sayfa açtı zihnimde: ‘’Sahip olduğunuz tek şey bir çekiçse, çivileri aramaya bakın.’’

Sahip olmadığımız özelliklere odaklanmak, kendi doğamızdan çok başka biri olmaya özenmek ve bu yolda zaman/para/çaba harcamak bir seçenek, iyisiyle kötüsüyle olduğumuz kişiyi sahiplenmek, elimizdeki malzemeyle neler yapabileceğimize odaklanmak bir diğer seçenek. Kastettiğim şey elbette olduğumuzun daha iyi bir versiyonu olmayı tümden rafa kaldırmak değil. Ama ‘daha iyi’nin mümkün veya sürdürülebilir olamadığı durumlarda bile, olduğumuz yerden ve genel anlamıyla seçimlerimizden memnun olmak. Çünkü aile, iş, aşk, dostluk, her türden ilişkilerimizde, önce kendimizi tanımak, beklenti ve arayışlarımızı da çok daha tatminkar hale getiriyor.

Özetle dönüp dolaşıp Socrates’in neredeyse 2500 yıl önce işaret ettiği noktaya geliyor iş: Kendini bil. Belki çekiçsin, belki İngiliz anahtarı, ya da tornavida. Her birine uygun bir görev, her biriyle çözülecek belli problemler var. Belki içine kapanık bir insansın, belki yavaş veya geveze. Herhangi bir özelliğimizi işe yaramaz veya olumsuz diye etiketlemeden önce, bu özelliğin (bile) hayatta mutlaka bir şeye tam geleceğine, bir ihtiyaca cuk oturacağına veya en büyük gücümüz olabileceğine ihtimal vermiyoruz genellikle. Oysa hepimizin doğal olarak yatkın olduğu, iyi becerdiği şeyler var, hepimiz bir çivinin çekiciyiz. Ama toplumsal beklentiler sık sık bizi çekiçlikten çıkartıyor veya çivileri görmezden gelmeye kuruyor. Ya eğitim sistemi, ya da aile, eş-dost baskısı sonucu hepimiz en az bir konuda çivi çakması beklenen tornavida olmaya zorlanıyoruz. Sonucu da hepimiz yaşadık ve biliyoruz: Dışarısı bizi ne kadar doğru bulursa bulsun, içimizden hiç çıkmayan o yanlış yerde, yanlış işte veya yanlış insanla birlikte olma hissi.

Bu yazıyı bitirdikten sonra hayatta neye isyan ediyor, nerede, ne yapıyor olmaktan yakınıyorsak durup şu 2 soruyu sorabilir miyiz kendimize: Elimde doğal olarak hangi araçlar var? Ve çivilerim nerede?

Ege

Bir küçük not: Yazar, çivilerini arayanlara Özge Samancı’nın Dare to Disappoint / Bırak Üzülsünler adlı kitabını tavsiye ediyor.

Comments are closed.