Çok sevdiğim bir arkadaşımın çocuğu ben göremeden 1. yaşını doldurdu.
Çok sevdiğim başka bir arkadaşım yine ben göremeden Bali’ye taşındı.
Hayatındaki insanlara zaman ayırmaya özen gösteren biri olarak bunu çoğu zaman başarsam da, arada böyle hazin sonlar oluyor ne yazık ki. Peki hata neredeydi? Dolu ajandalarda mı? Hayır. Spontane kelimesini unutmamızdaydı.
“Hadi bu akşam görüşelim” yerine “Haftaya Perşembe sana uyar mı?” dememizdeydi. (Tamam ne kendime ne kimseye haksızlık yapmayacağım, aralarda çıktı içimizden birkaç “hadi” ama diğer tarafın düzenine –ya da iyi ihtimalle başka bir programına – çarptı.) Sahi biz ne zaman bu kadar uzaklaştık spontanenin güzelliğinden?
En keyifli rakı sohbetlerimden biri, sahanda yumurtalı kahvaltımdan daha yeni kalkmışken kandırılarak götürüldüğüm öğle yemeği değil miydi? En güzel tatillerimden biri o an karar verip “Aldım bileti, geliyorum” dediğim seyahat değil miydi? Peki neden ısrarla toplantı tarihi belirler gibi belirlemeye çalışıyorduk görüşmelerimizi? Evet, kalabalık haftalar yaşamamak adına ajandamı belirli bir oranda boş tutmaya karar veren bendim, ama plansızlığa yer açmayı bu denli unutmak istememiştim.
Sanırım spontanenin en çok karşısında duran kavramlardan biri zamanı bir düzen çerçevesinde efektif kullanmak, ki sevdiğim bir sürü şeye vakit ayırabilmeyi buna borçluyum. Ancak hayatın her alanında olduğu gibi burada da denge önemli bir unsur. Plansızlık beraberinde yaratıcılığı, değişikliğe ayak uydurma yeteneğini de getiriyor. Şüphesiz ona daha çok şans vermek lazım.
Benim gibi bu kelimeyi unutanların, temsili görseldeki gibi bir karavan kiralayıp kendilerini yollara vurmaları ya da havaalanına gidip “ilk uçakla” bir yerlere kaçmaları gerekmiyor, şahsen ben plan yapmadığım bir haftasonuyla başlayacağım. Bakarsınız gerisi “spontane” gelir.
Anafikri destekleyici not: Tadı damaklarında kalan öğle rakısını tekrarlamak isteyen 4’lü, “WhatsApp grubu”ndaki yoğun çabalarına rağmen bir daha hiç bir araya gelemedi.
Begüm