Son dönemde hakkında sık sık düşündüğüm bir fiil var: Merak edilmek. Ailemizin veya dostlarımızın hasta olduğumuzda, geç kaldığımızda veya diyelim ki stresliysek bizim için endişelenmesini kastetmiyorum burada. Öyle bir merak değil. Bir insanın iç dünyasını merak etmekten bahsediyorum. Arkadaşım, evladım, sevgilim dediğimiz insanları, bugüne kadar bizde kaçınılmaz olarak yarattıkları imajdan bağımsız bir gözle görebilme kapasitemizden yani. Yıllardır tanıdığımız biri bir şey anlatırken sanki yeni tanışmışız gibi dinlemekten, acısından bahsederken içindeki karanlığa cesurca şahit olmaktan, kendi önüne koyduğu engelleri neden seçtiğini merak etmekten bahsediyorum. Çünkü son dönemde bana öyle geliyor ki, iç dünyamızı samimiyetle merak eden insanlara sahip olmak da şu hayattaki en büyük lükslerden biri.
Merak ilginç bir şey. Hem duygusal hem zihinsel. Bir yandan bizi hayata bağlıyor, bir yandan hayatımıza (daha az trajik senaryolarda duygusal türbülanslara) mal olabiliyor. Ama şundan eminim ki kimse tarafından merak edilmemek, içimizdeki zenginliği sağır ve dilsiz hale getiriyor. İçimizdeki zenginlik derken üstün yeteneklerden veya zekadan bahsetmediğimi tahmin edersiniz. Sadece şu dünyaya gelmiş bir insan olduğumuz için, geçtiğimiz yollardan ve deneyimlerden geçen biricik bir varlık olduğumuz için, ve bununla birlikte 8 milyar benzerimizle birlikte yaşadığımız için sahip olduğumuz içdünyayı, bize özel kavrama ve yorumlama biçimlerini düşünmenizi istiyorum. Çoğu kez sevdiklerimizi kendimiz gibi bilmeye, sevmediklerimizi de ayrı ve anlaşılmaz bir tür gibi görmeye hepimiz son derece meyilliyiz. Oysa ne benzerlerimizle sandığımız kadar aynıyız, ne de yabancıladıklarımızdan zannettiğimiz kadar ayrıyız.
Sizin içdünyanızda hiç kimse tarafından merak edilmediği için var olduğundan haberdar olmadığınız neler var?
Ege