Geçenlerde tek başıma bir café’ye gittim. Yönlendirildiğim masada klimadan rahatsız olup yerimi değiştirmek isteyince, garson “Bir tek şu arka taraf boş, ama orada çok yalnız hissedebilirsiniz” dedi. Hayatım boyunca o hissin kötü değil tam tersi iyi bir şey olduğuna inanan biri olarak, “Bilakis, çok isterim.” dedim. Garson gülümsedi, ben yalnızlığımın tadını çıkarmaya gittim.
Bugünün kalabalık, kaotik ve hızlı dünyasında belki de kıymeti en çok göz ardı edilen şeyin tek başına vakit geçirmek olduğunu düşünüyorum. Kendi adıma şarj olmanın, üretkenliği artırmanın ve kendini tanımanın en iyi yolu bu. Oldum olası havadan sudan konuşma zorunluluğundan hoşlanmayan (bu sebeple pekala tanıdığım birilerini görmezden gelme seçimini yapan) biri olarak hayatta maruz kalmayı değil seçim yapmayı önemsiyorum. Tek başıma yemek yemek, parkta kitap okumak, sinemaya gitmek, yürümek ve bazen sadece durmak hayattaki mutluluk sebeplerimden. İşte bu yüzden biramı alıp bir Woody Allen filmi seyretmeye gittiğim o akşam çektiğim bu fotoğraf bana bir insanın kendiyle mutlu olmasının güzel hissini hatırlatıyor.
Günümüzün hızlı hayatlarında bir de devreye fiziksel olarak tek başına, kavramsal olarak ise çok başına olma durumu giriyor. Sosyal medyada takip ettikleriniz, whatsapp grup mesajlarınız ve e-postalarınız sizi size bırakmıyor. Gün içinde mümkün olduğu kadar teknolojiden uzak kalarak o bir başınalığın tadını olması gerektiği gibi çıkarabilirsiniz.
Bu yalnız kalabilme meselesinin ilişkileri de olumlu etkilediğine inanıyorum. Kendi başına da pekala mutlu bir insan olmak, kimseye tutunma ihtiyacı duymadan sadece birinin birlikteliğinden keyif aldığınız için o seçimi yapmak bana göre ilişkilerde mutlu olmanın ilk şartı.
Bu tek başınalık fikri hayatınızın zaten temel taşlarındansa ne mutlu size, şayet değilse hadi bu akşam “1 kişilik” bilet alın herhangi bir şeye. Göreceksiniz, güzel bir akşam olacak.
Begüm