Son dönemde girişimcilerin, genç zihinlerin, hayatını değiştirenlerin, değiştirmek isteyenlerin ve birçok kişisel gelişim uzmanının diline pelesenk olmuş bir kelime: Tutku. Tutkulu olmak, gerçek tutkusunu bulmak, tutkusunun peşinden gitmek, tutkusunu gerçekleştirmek… Şöyle bir düşününce tutku kelimesi sadece Türkçede değil, diğer pek çok dilde de aşk ve cinsellik çağrışımı yapan bir kelime. Tutkulu bir aşk yaşamak, mesela. Oysa şu günlerde sık sık kullanıldığı haliyle tutku, en basit anlamıyla, sevdiğimiz işi yapmak ve hayatı istediğimiz gibi yaşamak.
Peki, biz kelimenin yüzyıllarca kullanılan anlamına, yani mesela ‘tutkulu bir aşk’a geri dönelim: Gözü başka hiçbir şeyi görmeyen aşıklar, sonsuzluk yeminleri, birbiri için ölmeye hazır ruh halleri, son derece güçlü ve adeta yıkıcı bir arzu… Sadece romanlarda veya Hollywood senaryolarında değil, gerçek hayatta da kesintisiz bir şekilde sürdürülmesi zor bir hal bu. Ya siyah ya beyaz. Ya var ya yok. Ya benimsin ya kara toprağın. Hatta bu derece güçlü ve sarsıcı olmasının sebebi tam da geçici olması belki. Hepimiz en az bir kez tutkulu bir şekilde sonsuza dek seveceğimize yemin etmiş, ama sonra hedefleri tutturamadığımızı fark edip hafif ya da büyük çaplı bir inanç sarsıntısı yaşamışızdır. İlkgençlik geride kaldıysa tutkuyu sevgiden ayırmayı da öğrenmişizdir belki. Biri diğerinden daha doğru, daha değerli olduğu için değil. Tamamen farklı şeyler oldukları için.
Şimdi alalım bu tutkuyu, gündelik hayat tercihlerimizle aynı tabloya koyalım. Kendimize bir anda yeni bir meşgale / iş / kariyer seçip diğer her şeyi bir kenara bırakmak, çok çekici bir fikir olmakla birlikte oldukça muğlak bir yol çiziyor önümüzde. Hele de temel kriterimiz tutku olduğunda. Öyle ya, ‘sensiz yaşayamam’ yeminlerine geri ışınlanabileceğimiz bir şeyler bulmamız gerektiği iması var ortada. Büyük bir şey. Önemli bir şey.
Oysa günler gelip geçiyor. Son derece küçük ve önemsiz şeylerle geçiyor. Her saat, küçük ve önemsiz bir tercihimizle şekilleniyor. Kendi omuzlarımıza yüklediğimiz büyük tutkumuzu yaşamaya hazır oluncaya kadar (tabi sizin için böyle bir şey varsa) bugünü daha küçük çaplı bir şeylerle iyi geçirmeye ne dersiniz? Eğer onları yaşamak için kendimize izin verebiliyorsak, neşe veren, içimizi açan, sanki kanatlarımız varmış hissi uyandıran her şey yeterince büyük ve önemli olabilir. Ne zamandır özlediğiniz o eski şarkıyı bulup dinlemek, kendinize en sevdiğiniz tatlıyı veya kahveyi ısmarlamak, zamanı düşünmeden dans etmek, bir kitaba gömülüp bambaşka dünyalar keşfetmek, hep merak ettiğiniz bir konuyu şöyle saatlerce enine boyuna araştırmak, yatak odanızı o hep istediğiniz renge boyamak, çocukken çok sevdiğiniz ama yıllardır yapmadığınız bir şeyleri yapmak…
İstediğimiz hayatı yaşamak için tek bir tutkuya mahkum olmak zorunda değiliz. Binlerce küçük istek, her günü daha güzel yaşamak için emrimizde. Hem zaten içimizdeki küçük seslere daha çok kulak verdiğimizde, bir gün ortaya büyük bir şeyler çıkmaması mümkün mü sizce?
Ege