Wabi Sabi: Kusurların Güzelliği


Begüm’ün geçen haftaki yazısından ilhamla, Sade’yi yazma sürecinde derinlerine daldığımız bir başka Japon kavramı olan Wabi-Sabi’yle devam ediyorum bu hafta. Aslında kökenleri Zen Budizmi’ne dayanan ve 12. yüzyılda Japon bir keşiş tarafından Çin’den Japonya’ya ulaştırılan wabi sabi, çağımızda dünyanın büyük bir kısmında geçerli olan güzellik anlayışından çok farklı bir yöne işaret ediyor. Zamanın ve hayatın, üzerimizde ve nesnelerde bıraktığı izlerdeki güzelliğe…

Hiçbirimizin ve hiçbir şeyin mükemmel olmadan da yeterince güzel ve değerli olduğunu savunuyor wabi sabi. Çünkü şu bir gerçek: Yaşayan ve var olan her şey doğanın kanunları gereği önce büyüyor ve gelişiyor, sonra ise eskiyor, çürüyor ve kaçınılmaz olarak ölüyor. Sonsuz bir gençlik hali mümkün olmadığına göre, dikkatimizi sadece genç ve güzel olana odakladığımızda, hayatın büyük bir kısmını görmezden gelmiş oluyoruz.

Sonu gelmeyen ihtiyaçlarımız olduğuna inanıyoruz. İnandırılıyoruz. Oysa wabi sabi, yaşamak için sandığımızdan çok daha az şeyin yettiğine işaret ediyor. Daha büyük bir eve, daha fazla çalıştığımız ve daha fazla kazandığımız bir işe, daha yeni bir teknolojik alete meyletmediğimiz her an wabi sabi’nin topraklarındayız. Zamanla ilk günkü albenisini kaybeden, ancak artık bedenimizin, elimizin, ayağımızın şeklini alan kişisel nesnelere hala yakınlık beslediğimizde; müzisyenin ruhunu sadece albümün hit parçasında değil son parçasında da duyabildiğimizde; yara izlerimizi sevdiğimizde; sayısız girinti ve çıkıntılarıyla 100 yıllık ahşap parkelere, kusursuz cilalı yüzeylerden daha çok çekildiğimizde, wabi sabi bizi de içine çekiyor.

Elbette her eski, tozlu, kırık dökük nesneye wabi sabi demek haksızlık olur! Çünkü bu kavram belli bir yaşanmışlığa işaret etmekle birlikte asla pisliği, özensizliği veya boşvermişliği simgelemiyor. Tam tersine temizlik herhangi bir nesneye atfettiğimiz değerin ve saygının en büyük temsilcisi oluyor. Wabi sabi’ye göre zamanın aşındırıcı gücüne karşı yıpranarak da olsa ayakta kalmayı başaran bütün nesneler, bunu tam da onlara özenli davranan kimseler sayesinde başarıyor.

Her şeyin nasıl olması gerekiyorsa öyle olduğuna işaret ediyor wabi sabi. Olduğu gibi yeterince iyi, yeterince güzel, yeterince tam olduğuna. Pek de sevilmeyen kış mevsiminde buluyorum ben onu en çok. Yazın çağrıştırdığı yapışkan mutluluk halindense, bulutların arasından bir anlığına göz kırpan güneş ışığında, geçen kıştan yadigar gri yün çoraplarda, sıcak bir fincan yosunumsu yeşil çayda, bunca kardan sonra acaba yaza yeniden meyve verecek mi diye merak ettiğim çilek saksılarımda buluyorum.

Sessizce ve dikkatle baktığımız her an ve nesne, wabi sabi ülkesine bir giriş bileti. Vize bizleriz.

Ege

Comments are closed.