Geçenlerde izleyici olarak katıldığım bir panelde çok iyi bir konuşma dinledim. Ufuk açıcı cümlelerini bir araya getiren bu kişi başarılı ve tanınmış bir akademisyendi, dolayısıyla buraya kadar herhangi bir sürpriz yoktu. Ancak ne olduysa kendisinin süresi bitip sıra diğerlerine geldiğinde oldu. Akademisyenimiz cebinden telefonunu çıkarıp dakikalarca ekranına baktı. (Evet kendisi de dahil herkes hala sahnedeyken) Ekran kaydırma hareketinden bunun pek de “acil bir haber bekliyorum” kontenjanında olmadığı aşikardi. Diğer konuşmacılar ona pek cazip gelmemişti belli ki. Sanırım bütün mesele de buydu. Ne zaman ki birilerine karşı telefonumuzu tercih ediyorduk, aslında orada verdiğimiz bir mesaj vardı. “Elimdeki senden daha ilginç.” Şüphesiz içine düştüğümüz bu telefon bağımlılığıyla ilgili yazılmış milyarlarca yazıya bir ekleme daha yapmak niyetinde değilim. Daha ziyade bir soru sormak istiyorum. “Şu an senden daha cazip bir şeyle ilgileniyorum.” mesajını vermek istiyor muyuz hakikaten karşımızdakine? Acil, istisna vs. durumların dışında, bir birey veya toplulukla olduğumuz her an bir tercih yapıyoruz aslında. Biz o kişilerin yerine o cihazı tercih ediyoruz ve bu mesaj karşıya anında “iletiliyor.” Belki hiç bu boyutta düşünmeyerek çok daha masumane ya da otomatik yapıyoruz bu hareketi, ama ben ilişkileri yaraladığına tüm kalbimle inanıyorum.
Geçenlerde hayatımda ilk kez -biliyorum birkaç on yıl geciktiğimi- South Park’ın herkesin telefonuyla kaliteli zaman geçirebilmesi için icat edilmiş “Buddha Box”lı bölümünü izledim. Rahatsız edilmek istemeyen insanlar başlarına bir kutu geçirip kendilerini etraftan soyutlayabiliyorlardı. İşte aslında telefonu her elimize aldığımızda biz de o kutuyu geçiriyoruz başımıza.
Nasıl göründüğümüz bir kenara, etrafımızı bu kadar az dinleyerek mi ömrümüzü geçirmek isiyoruz sahi?
Begüm