Ege’nin geçen haftaki yazısından hareketle işten geriye kalan zamanımızı nasıl geçirdiğimize dair bir şeyler yazmak istedim. Pek sevdiğimiz Cal Newport “Deep Work” isimli kitabında Arnold Bennett’ın 1910 yılında yazmış olduğu “How To Live on 24 Hours a Day” eserinden bahseder. Bennett, 9-6 çalışan insanların diledikleri gibi kullanabilecekleri 16 saatleri olduğuna dikkat çeker ve “gün” dediğimiz kavramı iş saatleri çerçevesinde sınırlamanın insanoğlunun düştüğü en büyük yanılgı olduğunu söyler. Zira gün 24 saattir. İşte bu bağlamda, bireyin kendine kalan zamanını nasıl geçirdiği konusuna geliriz. Bennett’ın yüzyıl önce önerdiği -ki bu arka arkaya beş bölüm dizi seyretme olanağının olmadığı zamanlara tekabül eder- ruhsal ve zihinsel beslenme yolları en çok kitap okumaktan geçiyorduysa da, asıl mesele herkesin kendisini zenginleştirebileceği yollar bulmasını sağlamaktı. Boş zamanlarımızı dikkatimizi hemen çeken bir şeye yöneltmek yerine, “gün içindeki günümüzü” nasıl değerlendirmek istediğimize biraz daha kafa yormamızdı.
“Yorgun argın eve dönmüşüm, rahatlayacağım yerde bir de ona kafa mı yoracağım” diyorsak şayet, yaşamak yerine sadece varlık gösterme risk alanına girmiş bulunuyoruz. Tembel keyiflerimizi yok etmeden iyi bir denge pekala tutturabiliriz. Bu akşam o “play” tuşuna basmadan önce bunu düşünmemizi diler, kapanışı Ege’nin çok sevdiğim bir paragrafıyla yapmak isterim.
“’Kalbinizin gerçek arzularıyla ne kadar çok bağlantıda olursanız, dikkatinizi dağıtan şeylere o kadar az tahammül etmeye başlarsınız.’ diyor Adam Robinson. Çünkü ilgimizi çeken, eğlendiren, öğreten, şaşırtan, düşündüren, ilham veren her türden içerik, ancak bu şekilde üretilebiliyor. Dikkatimizi odakladığımızda ve hiçbir dışsal akışın bizi yapmak istediğimiz şeyden alıkoyamadığı o içsel, korunaklı ve yaratıcı akışta.”
Begüm