Hayatın bize harika sürprizler armağan ettiği o büyülü günlerde, tek bir şey bile farklı olsaydı, sonuç nasıl da bambaşka olurdu, hiç düşündünüz mü? Diyelim ki, o gün canı sıkılan bir okul müdürünün bir anlık kararıyla, en iyi dostumuzla karşılaşacağımız o sınıfa düşmemiş olsak. O proje tam da biz yeni bir şehre taşınmayı düşünürken başlamış olsa ve başka bir hayalin peşinde koşarken en büyük başarı şansımızı ıskalasak. Ya da kalbimizi yerinden oynatacak o özel kişiyle tanışacağımız metroya binmek yerine paraya kıyıp taksiyi seçmiş olsak mesela…
Gündelik koşturmacalar arasında pek düşünmesek de, hala gülümseyerek hatırladığımız her güzel anın arkasında, adına ister Tanrı deyin, ister kader, ister rastlantı, bilgimizin tamamen dışında gelişen, çoğu kez ruhumuzun bile duymadığı tuhaf süreçler var. Geri dönüp baktığımızda bazen anlamlandırabiliyoruz. Hangi seçimlerin, bizi hangi kararlara götürdüğünü görebildiğimizi farz ediyoruz. Sebepler buluyoruz, sonuçlar çıkarıyoruz. Bazen bilimsel sonuçlar çıkarıyoruz hatta, ikna olmamız daha kolay oluyor.
Oysa hayat karşımıza neyi ne zaman çıkaracağını beş saniye düşünmediği gibi, bilimsel olma kaygısı da taşımıyor. Her şey istediğimiz şekilde giderken doğal karşıladığımız ne varsa, istemediğimiz durumların onca insan arasında tutup da bizi bulduğunu düşündüğümüz an düşmanımız oluyor. Ama genellikle beklediklerimiz değil, asıl beklemediklerimiz olgunlaştırıyor ruhumuzu. Eğer siz de son dönemde beklenmedik gelişmeler veya tatsız haberlerle baş etmeye çalışıyorsanız, yalnız olmadığınızı ve bunun da elbet geçeceğini hatırlatın kendinize. Neyse ki bizimle aynı yollardan geçen daha niceleri var. Mesela beklenmedik bir anda karşıma çıkan şu cümle, belki de hayata ve kendimize karşı verdiğimiz nice savaşın sonunda bulmayı umduğumuz lekesiz, bembeyaz bir bayrak:
‘Sevdiğim biri, bir keresinde bana karanlıkla dolu bir kutu vermişti. Bunun da bir hediye olduğunu anlamak yıllarımı aldı.’ – Mary Oliver
Ege