Geçenlerde çok sevdiğim iki arkadaşımla yemek planı yapıyorduk. Bahsi geçen hafta karmaşık bir programım olduğundan (Evet, biz hep böyle yaşamıyoruz) bu planı ileri bir tarihe atma önerisinde bulundum. Vereceğim bir eğitimden anneler günü kutlamasına, söz verdiğim bir akşam yemeğinden en yakın arkadaşlarımdan birinin 40 yaş doğumgününe kadar birçok program o haftaya denk gelmişti. Bunların hiçbirini -ne olursa olsun- iptal edemeyeceğine inanan ben, sonradan hepsini iptal etmek zorunda kalacağımdan habersizdim. Anneler gününü refakatçi olarak hastanede geçireceğimden de.
Hayatın tüm değişkenlerini acaba nasıl karşılıyoruz diye düşündüm sonra. İsyanla, direnişle, üzüntüyle mi? Yoksa karşımıza konulanı kabullenerek, gelen toplara sabırla, tek tek karşılık vererek mi?
Plan yapmak zamanı etkili kullanmayı, hayallere giden o yolda bir el feneri olmayı vaadediyordu belki ama, sonuçta hayat, evin laf dinlemez çocuğu da olabiliyordu pekala. Ve bazen, onu disipline sokmaya çalışmadan yalnızca dinlemek iyi gelen bir hafiflik verebiliyordu insana. İçinde bulunulan duygu durumu ne olursa olsun.
Bütün bunları düşünürken ben, Ebru’nun hayattaki tüm planlarını, bir daha gerçekleştirememecesine iptal etmek zorunda kaldığı haberini aldım. Sade’nin kapağını tasarlamış olan, henüz otuzlarındaki Ebru’nun.
Şu an her neredeyse, umarım orada planlama, erteleme, doğru zamanı bekleme diye bir şey yoktur. Ajandalar, yapılacaklar listeleri de yoktur. Sadece yaşamak vardır. Tıpkı bu tarafın unuttuğumuz tek gerçeğinde olduğu gibi.
Begüm