Dün sabah evimin köşesinde yine o tatlı sokak köpeği bekliyordu. Yanından geçen genç bir kız onu öyle güzel sevdi ki, gözlerimi alamadım. Sahi biz ne kadar iyiyiz bu sevme işinde, diye düşündüm.
Önceliklerimizi belirlerken çuvallayıp zaman ayırmada sınıfta mı kalıyorduk acaba? Yoksa şu ölümlü dünyada bundan öte ne var ki deyip durmadan anı mı biriktiriyorduk? O sevdiğimizi söylediğimiz insanların önlerine acımasızca hazırlanmış eleştiri listelerini mi koyuyorduk yoksa onları iyi yanlarıyla yüceltiyor muyduk? Kendi kendine inanmaktan vazgeçmişken bile onlara en çok biz mi inanıyorduk?
Haklı çıkmayı mutlu olmaktan daha mı çok önemsiyorduk? Onları inançlarımıza göre değerlendirip şekillendirmeye mi çalışıyorduk yoksa oldukları gibi olabilmenin özgürleştirici huzurunu mu tattırıyorduk? Kendilerinin en sevdikleri haline dönüşmeleri için ilham mı veriyorduk?
Özenle seçtiğimiz kelimelerle iletişim kurmak yerine birtakım emojilere mi bırakıyorduk bu işi? Onları mutlu edeceğini bildiğimiz sürprizlere zaman ve enerji harcıyor muyduk? Yoksa hayatın karmaşasında yuvarlanıp gidiyor muyduk?
Zor zamanlardan geçerken yanlarında oluyor muyduk yoksa hep “işimiz mi vardı”?
Gerçekten dinliyor muyduk onları? Merak ediyor muyduk hislerini, korkularını, hayallerini? Yoksa daha önemli şeyler olduğuna mı inanıyorduk başka bir yerlerde?
Sevmenin yalnızca bir duygu değil, bir eylem olduğunu hatırlamakta fayda var. Etrafımızdaki insanlara önemsendiklerini hissettirdiğimizde hayat da bize farklı bir yüzünü gösterir.
İşte tüm bunları düşündüğüm bir sabahın akşamında 30 yıllık dostumdan okyanus aşırı bir mektup aldım. Yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı ve güzel sevilmenin ne muazzam olduğunu düşündüm yine.
Bu duyguyu yaşamak için önce siz bu alanda tanıdığınız en büyük usta olun. Şayet kişi seçimlerinde hatalı değilseniz hayatın herkese görünmeyen sihirli odaları sizi bekliyor olacak.
Begüm