Üzerine yüzyıllardır düşünülen, sayısız yazı yazılmış, insanoğlunun arayışından hiç vazgeçmediği ve ironik bir biçimde bulma çabasını artırdıkça adeta uzaklaştığı bir kavram, mutluluk. Bilimadamlarına göre hayatımızdan ne derece tatmin olduğumuzla gün içinde ne kadar iyi hissettiğimizin bir toplamı o. İçeriğine oransal olarak bakarsak da yaklaşık % 50’sini genlerimiz, %40’ını düşünce, eylem ve davranışlarımız, % 10’unu ise sahip olduğumuz şartlar belirliyor. Yani işim, evim, param vs. dediğimiz her şey yalnızca %10’luk bir dilime dahil.
Kendimizi daha mutlu hissetmek için ilişkilerimizi beslemek, yeni deneyimler kazanmak, o deneyimleri beş duyumuzla özümsemek, içinde bulunduğumuz ana odaklanmak, heyecan duyduğumuz şeylere vakit ayırmak, sahip olduklarımıza şükretmek, iyi beslenmek ve vücudu hareket ettirmek gibi sayısız şey yapabileceğimizi aslında pekala biliyoruz. Burada bütün mesele bunları gerçekten yapmakta.
Diğer yanda hayatımızı kendi gerçeklerimiz üzerine değil, “görünürde hoş” gerçekler üzerine kurgulayabilir, önceliklerimizi gözardı edebilir, kendimizi mütemadiyen birileriyle karşılaştırabilir, henüz gerçekleşmemiş olaylar için senaryolar yazabilir, bize iyi gelmeyen insanları hayatımızda tutmaya çalışabilir, etrafımızdakileri değiştirebileceğimize inanabilir, onları mutlu etmek için kendimizi feda edebilir ve hayır demeyi öğrenmeden yaşayabiliriz. İşte mutsuz olmak da aslında bu kadar basit. (Milyarların bu işte başarılı olmasına şaşmamalı!)
Mutluluk bizim kontrolümüzde olabilecek eylemlerle kazanılabildiği gibi (bknz. 2.paragraf) kontrolümüzde olmayan olaylarla (sağlık sorunları, kayıplar) elimizden gidebilir. Bazılarımız bu kavramı asla elden kaçırmama konusuna kafayı takıp ne yazık ki gerçek dışı beklentilere girebiliyoruz. Ki bu yazıyı yazmamın asıl sebebi de bu. Kimilerince, her can sıkıcı olayın içinde bir iyilik görme, sürekli keyfi yerinde olma yetisi anlamına geldiği düşünülen mutluluk kavramının belki de en çok ihtiyaç duyduğu şey, bireylerin bir dengenin var olduğuna dair inançları. Sizi mutsuz eden her olayın içinde aslında iyi bir şeyler olduğunu bulma çabası belirli bir süre sonra insanı yormaya ve en sonunda tüketmeye başlıyor. Bir bakıyorsunuz, iki üç ay öncenin “iyimser kelebeği” siz, bugünün en depresifi haline gelmişsiniz. Belki de bireysel gelişim kitaplarına karşı duyulan önyargının arkasında da bu ikilem yatıyor. Gerçekdışı ve “balon” tabir edilen duygudurumlarını altın tepsilerde sunup, balon sönünce mutsuzluğuyla ne yapacağını bilemeyen insanlar yaratıyor olması. İşte bu yüzden mutsuz hissetmeye izin vermemiz gerektiğine inanıyorum. Şüphesiz, o bahsettiğim dengeyi aklımızdan çıkarmadan. Zira öyle muazzam bir denge ki o, her tür hissin kalıcı olduğunu düşünmek yapabileceğimiz en büyük aptallık olur.
Begüm